Banu Karakaş

Kaya,

Seni ilk defa üniversiteye hazırlanırken dershanede tanımıştım. Sen o zamanlar dershanenin yıldız çocuklarındandın ama özel biri olduğunu birkaç sınıf hep birlikte üniversitelere yaptığımız gezinin otobüs yolculuğunda anladım. Ergenliğin sancılarını hiçbirimizin zarafetle taşıyamadığı o yıllarda her birimiz o otobüsün farklı bir köşesinde şamata çıkarırken yan yana düşmüştük de benimle sabaha kadar muhabbet etmiştin. Sabahın ilk saatlerinde o tatlı yorgunlukla yerime geçip uyuklayacakken “Uyuma,” demiştin, “birazdan güneş doğacak; izlemesi çok güzel olur”. O ana kadar güneşin doğuşunu hiç izlemiş miydim bilmiyorum, buna dair en eski anım o otobüs yolculuğunda kaldı. Eylül’ün yanına dönüp koltuğuma oturduğumda “Kaya ne kadar iyi bir insan,” dediğimi hatırlıyorum.

Bu hadise 2005 senesinde gerçekleşmişti yanlış hatırlamıyorsam. 2017’ye ileri saralım zamanı. Tam 12 sene sonra Eylül’le birbirinizi buldunuz. Daha doğrusu klişe tabirle kader sizi buluşturdu. Bana hiç kimse hayatın anlamsız tesadüflerden ibaret olduğunu söylemesin. Hayat tesadüflerden ibaretse bile anlamlılardan müteşekkil. Hatta “anlamsız tesadüf” bir nevi oksimoron. Kendi arızalarımdan, kendi kaosumdan ve belki de zayıflıklarımdan, artık neden olursa olsun, bana ihtiyacı olan kadınların bu ihtiyaç anlarında yanlarında olamamış olmak hayattaki en keskin, en belirgin, en kalıcı ve ağır suçluluk hislerimi oluşturuyor. Geçiş dönemlerinde yanında bulunamadığım canım Eylül’ün kalbinin saflığını ve güzelliğini ona gösterebilmek için çıktın karşısına. Bunun böyle olduğunu ta iliklerime dek hissediyorum.

Bildiğimiz anlamda sevgiyi aşkı yerle bir ettin, başka bir yer gösterdin bize. Başka bir ihtimal. Hâlâ bu fani dünyada etten kemikten biri olarak yaşamaya devam ediyor olsaydın bunları söyleyemezdim sana. Hayatta kimseye böyle misyonlar yüklemek istemem. Ama sen artık “hayattan” gittiğine ve bize manevi varlığını bıraktığına göre bunu söylüyorum sana. Sen Eylül’e kim olduğunu hatırlattın. Ondan taşan sevgi geldi bizi buldu, yanımıza kondu, bizim varlığımızın bir parçası oldu.

Yas tutmak da böyle bir şey değil mi zaten? Sevdiklerimizi hatırlamak ve özlemek aslında onlarla birlikte olduğumuz kişiyi anmak, hatırlamak. Seni daha yakından tanıyamayışım içimde hep bir ukte olarak kalacak. Ama seni hatırlarken Eylül’ün mutluluğunu ve seninle beraber kendini de nasıl sevdiğini hatırlayacağım hep; hatta boşboğazlık etmiş olmak pahasına da olsa şunu da söyleyebilirim ki Eylül de senin hatıranı canlı tutarken hep bunu hatırlayacak. Yoluna böyle sevilmişlerin özgüveniyle devam edecek. Sen iyiliğe, güzelliğe, sevgiye kalbi açık olanların görmek istediklerini gösterdin ve ayrıldın aramızdan. Böyle olacakmış, böyle olmuş. Senin anını yaşatmak sadece adını anmak değil, bize öğrettiklerini de hatırlamak olacak her zaman. Tam da böyle bir görev biçmediğin için kendine, tam da kendin olduğun için sadece, hep yanımızda, hep bir yerimizde olacaksın. Evimizin duvarlarında, saksıdaki çiçeklerimizde, yoğurduğumuz ekmekte, başını okşadığımız kedide bizimlesin. Seni layıkıyla tanıyamadım. Ama Eylül seni de sevgini de gösterdi bana. İkinize de minnettarım.