Canan Brukner

Ah be Kaya,

Sana böyle bir mektup yazacağımı asla aklıma getirmez, bilmek istemezdim.
Böyle bir yazıya başlamak da bitirmek de çok zor be oğlum. En iyisi sanki oturmuşuz rakı balığa da birbirimize başımızdan geçen komik anıları anlatıyormuşuz gibi yazmak.

Hatırlıyor musun, EY’da bir akşam iş çıkışı yine hep beraber Beytem Plaza’nın yakınlarında o her zaman gittiğimiz yerde bira içiyoruz. Sen bir nah çektin, abi o güne kadar kasım kasım kasılan bir grup “yönetim danışmanının” buzları eridi… Senden daha gürültülü olmak için verdiğim mücadele ile başladı belki de dostluğumuz. Şu EY’ın en güzel yanı bana kazandırdığı dostluklar. Eğitim ve projeler için seninle kah Prag, kah Londra, kah Zürih, kah Samsun, kah Sinop… Ne güzel gezmişiz be! Ve hepsinde onlarca anı!

Prag’da sırf 1-2 sigara içmeyen rahatsız olmasın diye o dondurucu soğukta (içeride sigara içmek yasak olmadığı halde) dışarı çıkacak kadar kibar,
Londra’da otelde şirinlik yapıp her ikimize de Towerbridge manzaralı oda upgrade’i kapacak kadar dilbaz,
Zürih’te gözlüklü kendini beğenmiş çocuğu biz gaza getiriyoruz, işletiyoruz diye ona şefkat gösterecek kadar iyi yürekli,
Sinop’ta yol sorduğumuz komik tiplemeler ve en kuzey uçta illa bira içeceğiz diye Tekel bulana kadar dört dönüşümüz,
Ve Samsun…

Samsun nasıl anlatılır ki? Orada kardeş oldun bana, aile oldun! 6 ay, sabahtan gecenin bir vaktine kadar çalıştık, projeye hazırlandık, problem çözdük, eğlendik…
Ne kadar yorulsak, sıkıntı çeksek de bir o kadar güldük. Yeri geldi sen bizi ikna ettin 16 saatlik çalışma tempomuzun içinde 1 saat spor salonuna gittik. Yeri geldi seninle baş başa rakı balık yaptık, dertleştik, neşelendik ve sonunda kendimizi çocuk parkında tahterevalli de bulduk. Yazarken de çekiniyorum şimdi bir imla hatası yaparım küfredersin diye ama oğlum, sen küfürü bile nazikçe ve karşındakini incitmeden savururdun… Bir seferinde hani doğumgününü hamsiden pastayla kutlarken nasıl da işlettik seni İlker’le… Hadi o hikaye bizde kalsın ama, baya korkmuştun da çaktırmıyordun! Bizi operaya, müzikale götürdün, sayende “Paaaapaaaagina” diye bugün bile Sihirli Flüt’ten alıntılar yaparım duşta ya da 2 yaşında kızımı eğlendirirken! Bir de sağlam gülme krizine girerdik DDS’lerde, toplantılarda ya bir göz göze gelir ya da Whatsapp’tan birbirimizi kopartacak bir şey yazdığımızda. Viski ve çikolata eşliğinde otelde şarkı söylediğimiz geceler de oldu, nane-limon salya sümük grip halde sunum yetiştirdiğimiz de… O değilde, nasıl ilk hafta ikramı yanlış anlayıp sigara paketiyle çıkmaya kalktığında alarmlar çaldı… Ne şahane abilerle dost olduk orada, ne güzel muhabbetler döndü, ne işler başardık, ne şakalar yapıldı, ne tatlı rakılar devrildi ve sırf ertesi güne bir rapor çıksın diye bazen oturduk biralardan aldığımız güçle çalışmaya devam ettik gecenin bir yarısı. Revire gitmiştik bir gün, aramızda en genç sen çıktın biyolojik yaş ve sağlık anlamında.

Kaya ben sana hiçbir zaman yakıştıramadım hastalığı. Sen de dimdik, her zamanki şahane espri anlayışın ve gülümsemenle yansıttın bana. Oysa gerçekten yanında olabilmeyi ne çok isterdim. Oliver’le sana geldiğimiz gün, yasaktı tabii sarılmak ama, o gün de sarılamadık ya, ne çok özledim be dostum seni!

Şimdi sen olsaydın da, ekleseydin bu hikayelere… Mesela sunum yaparken olduğu gibi sen konuşurken ellerin, kolların, mimiklerin, jestlerin havada uçuşsaydı da biz seni hayran hayran izleseydik! Sinop’ta hapisaneyi anlatsaydın şairden dizelerle, kah görgü ve kültür abidesi, kah yaramaz bir çocuk, kah bir analitik deha olarak konuşsaydın…. Ama asla incitmeden, hep sevgiyle, hep samimi ve hep karşındakini mutlu etmeye çalışarak… Senin yanımda olman ne büyük bir lükstü, bir derdimi anlatsam iki üç rahatlatıcı cümle sonra da bir kahkaha ile savururdun… Ve tabii bu yazı biterken biz de gülelim azıcık.

Senin tabirinle bir “dallama” vardı okyanus aşırı gelmiş, ukala mı ukala, tereciye tere satıyor. Resmen açığımızı yakalamaya çalışıyor, hatta fark ettik ki arada bir kendince bir yorumlarla bizim hakkımızda görüş bildiriyormuş aklınca globaldeki proje yönetimine… Sen de bir tuzak kurdun bu adama. Gece vardiyasında sabahlayarak çalışıp test ettiğimiz bir “changeover” uygulaması vardı, “Batırdık dedin, ama abi aramızda kalsın. Yapamadık, olmadı!” Bu çocuk da yuttu tabii yemi, yemedi içmedi kefal, hemen ispiyonladı bizi. Tek bilmediği başarılı sonuçlarımız çoktan ulaşmıştı onun yöneticilerine. Adamı kendi metoduyla alt ederken sen, biz gülmekten gözyaşlarımızı tutamıyorduk çocuğun durumu anladığındaki perişan haline.

İşte sen, Kaya, tam da bu hikayedeki gibi, en bunaltıcı anlarda mizah, zeka, azim, çalışkanlık, başarı, kahkaha, dostlara destek ve hep nazik bir adam! Çok konuştum ben yine… Ya sen şu saksafon çalıyor gibi yapıp sahnede konser verdiğin anını anlatsana, her seferinde çok gülüyorum ben ona! Sonra da kadehleri tazeleyelim, ne var bu akşam? Buzlu viski, rakı, yoksa bira?