27 Kas Ege Bayrak
Lise 2, ilk gün sınıfa girdiğimde o ana kadar hep uzaktan gördüğüm, adı ve dönemin birincisi olduğu harici hakkında hiçbir şey bilmediğim çocuğun da bizim sınıfta olduğunu gördüm. En ön ortada oturuyor olman şaşırtmadı tabi. Yalan yok, ilk başlarda sana bayağı gıcık oluyordum diye hatırlıyorum, büyük ihtimal kıskançlıktı aslında.
Sonra bir gün, teneffüsten sınıfa dönerken kendimi seninle ile ayaküstü Conan hakkında konuşurken buldum. O esnada o konuya nasıl geldik, nereden çıktı hiç hatırlamıyorum ama senin de aslında benim sevdiğim şeyleri sevdiğini farkettim. Bir yandan da “ulan bu adam ile Barbar Conan ne alaka” diye düşünüyordum. Yani hem başarılı hem de benimle aynı şeylerden hoşlanıyordun, bir anda işin rengi değişti. İşin rengi daha sonra farklı ortak ilgi alanları çıkana kadar da değişmekten bir hal oldu.
Sonrasında liseden mezun olduk, ben bir süre İstanbul’da değildim sonra tekrar geldim ama kendi eşekliğimden lisedeki arkadaşlarımla görüşmem gerektiği kadar görüşmedim. Şükür tekrar irtibatı kurduk da, o anlamsızca yarattığım ara sona erdi.
Gel zaman git zaman, bir gün dedin ki ben Dubai’ye gidiyorum. “Heh tamam” dedim kendi kendime, “40’ından önce köşeyi dönecek sonra rahatına bakacak”. Demeseydim keşke. Acaip acaip elektrik kesintilerinin yaşandığı dönemde bir akşam Kadıköy’de toplandık, haha hehe eğlendik ve yolladık seni. Senin adına mutlu ama biraz da buruk bir şekilde ilk tatilde tekrar bekliyoruz bak zaten onlarda da Kurban Bayramı tatili vardır falan diyorduk.
Sonrasında bir gün Ece’den durup dururken bir mesaj geldi, “Kaya’dan haberin var mı?” diye. “Yoo dedim bir kaç gün önce konuşmuştuk bir şey mi oldu?”. “Yok yok, bir şey vardı ulaşamadım da sana sorayım dedim” gibi bir şeyler dedi. Allah allah dedim, Dubai’deki Dubai’dekini bana soruyor saçmalığa bak, üzerinde durmadım pek.
Aradan bir iki gün geçti, bir anda kendimi bir toplu konuşmada buldum. “Noluyor” “Selam” “Geri mi döneceksin” gibi tonla mesajın arasında bir anda senden “Arkadaşlar” diye bir giriş geldi. Bilen bilir, arkadaşlar diye başlayan mesaj ya samimiyetsizdir ya da hitap edilenin hoşuna gitmeyecek bir şeydir. Samimiyetsizlik ile sen bir arada olamazdı, o an tedirgin oldum. Sonrası malum haber, yaşanan şaşkınlık. Ne alaka cidden yani, ne kadar manasız, ne kadar saçma.
Sonrasında sanki sadece yoğunluktan görüşemiyormuşuz gibi her gün grupça mesajlaşmalar, senin o hala hatırladıkça güldüğüm “mutlu yıllar ibneler” diyerek sırıttığın yılbaşı tebriğin, sanki böyle bir bela yaşanmamış gibi geçen zaman. Ne yalan söyleyeyim, onca konuşma arasında ara ara senin aslında o esnada bir hastalıkla uğraştığını kendime hatırlatmam gerektiği bile oldu. Bunu hatırladıkça da senin “Rahat olun bu iş if değil when işi, zaman gerek sadece” lafınla moral ve güç buldum. Bizim anlayamayacağımız bir haldeyken bile bizimle güldün, bizimle üzüldün. Güldürmek görevimizdi ama senin üzülmene hiç de gerek yoktu.
Bugün bunları yazarken 40 gün geçti, ben ancak yeni yeni bir şey olunca “Kaya’ya sorarım” diye düşündüğümde gözlerimin yaşarmasına engel olabilmeye başladım. Daha önce de tedavin esnasında ara ara sessiz olduğun dönemler olmuştu, bunun artık sürekli bir sessizlik olduğunu farketmek her seferinde çok acı veriyor.
Aralarda bir yerde, bir doğumgünümde bana yazdığın uzun bir mesajın bir yerinde “seninle üniversitenin ilk yılları pek fazla görüşemediğime çok üzülüyorum” gibi bir şeyler demiştin. O senin değil, benim suçumdu Kayacığım. Bir süre daha da bunun pişmanlığını yaşayacağım. O pişmanlık bitince yeniden görüşürüz belki.
